Hüseyin Hakkı Kahveci Parlamento Haber Köşe Yazıları

Bütün Arap dünyası kağıttan bir kule

 

 ODED YINON PLANI

Benim fikrime göre, şu anki Siyonist rejimin (Sharon ve Eitan’ın) Orta Doğu için doğru ve detaylı planını temsil eder, bu plan tüm bölgenin küçük eyaletlere/bölgelere bölünmesi ve mevcut tüm Arap bölgelerinin yok edilmesidir.

1. Israil stratejik düşüncesinde, tüm Arap devletlerinin daha küçük parçalara bölünmesi hep tekrar tekrar görülen bir kavramdır. Örnek vermek gerekirse, Ze’ev Schiff, Ha’aretz’in askeri muhabiri (ve muhtemelen bu konuda Israil’de en çok bilgiye sahip kişi), bir yazısında Irak’ta İsrail için olabilecek en iyi şeyin:” Irak’iın Şii ve Sunni devletler ve Kürt tarafının ayrılması” (Ha’aretz 6/2/2982) olacağını yazmıştır. Aslinda planın bu yüzü oldukça eskidir.

2. Amerika’daki neokonservatif düşünce ile olan kuvvetli bağ çok ön plandadır, bu özellikle yazarın notlarında kendini belli eder. Ancak, Sovyet güçlerinden “batının korunması” konusunda  sahte bir bağlılık gösterilse de, yazarın ve şu anki İsrail devletinin gerçek amacı açıktır: Emperyal İsraili bir dünya gücü haline getirmek. Başka bir deyişle, Sharon’un hedefi  tüm dünyayı aldattıktan sonra Amerikalıları da aldatmaktır.

3. Notlarda ve bu yazıda bulunan ilgili bilgileri karışık veya atlanmış olması açıktır, Amerika’nın Israile’e olan finansal yardımı da bu şekildedir. Çoğu tam bir fantezidir. Ancak, plan etkisiz olduğu veya kısa süre içerisinde gerçekleşmesi mümkün olmadığı gerekçesi ile göz ardı edilmemelidir. Bu plan, 1890-1933 yılları arasında Almanya’da uygulanan ve Hitler ve Nazi hareketi tarafından yutulan ve Doğu Avrupa ile ilgili hedeflerini belirleyen  jeopolitik fikirleri sadık bir şekilde takip eder. Bu hedefler, ve özellikle mevcut devletlerin bölünmesi, 1939-1941 yılları arasında uygulanmıştır ve sadece küresel bir ölçekte bir müttefiklik birliği bir süreliğine birleşmelerini engelleyebilmiştir.

Yazarın notları makaleden sonradır. Karışıklığı engellemek için, ben kendime ait notlar eklemedim, ancak bunların özünü bu ön yazıya ve sondaki sonuç bölümüne koydum. Ancak bu yazının bazı bölümlerini de önemle vurguladım.   Israel Shahak 13 Haziran , 1982   

 

ODED YINON’UN İSRAİL STRATEJİSİ

Bu eser orijinal olarak İbranice KIVUNIM(Yönler)’de yayınlanmıştır. This essay originally appeared in Hebrew in KIVUNIM (Directions), Musevilik ve Siyonizm için bir dergi;Sayı No, 14–Kış, 5742, Şubat 1982, Editör: Yoram Beck. Yazar komitesi: Eli Eyal, Yoram Beck, Amnon Hadari, Yohanan Manor, Elieser Schweid. Tanıtım bölümü / Dünya Siyonist Organizasyonu, Kudüs’ tarafından yayınlanmıştır.

1980’lere gelindiğinde İsrail devleti, içeride ve dışarıda, yeri, amaçları ve ulusal hedefleri konusunda yeni bir perspektife ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaç ülkenin, bölgenin ve dünyanın içinden geçmekte olduğu bazı merkezi gelişmelerden dolayı daha da önemli bir hale gelmiştir. Bugün insanlık tarihinde yeni bir çağın ilk aşamalarını yaşamaktayız, bu tarih daha önceki tarihe hiç benzememektedir ve özellikleri de bugüne kadar bildiklerimizden tamamen farklıdır.

Bu yüzden bir taraftan bu tarihi dönemi meydana getiren merkezi gelişmeleri anlamamız ve öte taraftan bu yeni duruma uygun bir dünya bakışı ve operasyonel bir stratejiye ihtiyacımız bulunmaktadır. Yahudi devletinin varlığı, refahı ve sebatı, içişleri ve dışişlerinde yeni bir çerçeveye adapte olmasına bağlı olacaktır.

Bu çağ, şimdiden teşhis edebileceğimiz ve mevcut yaşam biçimimizde gerçek bir ihtilali sembolize eden bir çok özellikle tanımlanmaktadır. Baskın olan gelişme, Rönesans’tan bu yana Batı uygarlığının yaşamı ve kazançlarını destekleyen en büyük mihenk taşı olan akılcı ve insancıl bakış açısının yıkılmasıdır. Bu temelden ortaya çıkan politik, sosyal ve ekonomik görüşler günümüzde yok olmaya başlayan bazı “gerçeklere” dayanmaktadır. İnsanın bir birey olarak evrenin merkezi olması ve her şeyin insanın temel maddi ihtiyaçlarını gidermek için var olduğu görüşü örnek olarak verilebilir.

Günümüzde bu duruş,  evrende mevcut kaynakların insanın gereklerini, ekonomik ihtiyaçlarını ve demografik sınırlamalarını karşılamak için yetersiz olduğu fark edilince geçersiz hale gelmiştir. 7 milyar insanın olduğu ve ekonomik kaynakların ve enerji kaynaklarının insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak oranda artmadığı  bir dünyada, Batı uygarlığının ana ihtiyaçlarının, yani limitsiz tüketim talep ve arzusunun karşılanmasını beklemek  gerçekçi değildir.

İnsanın gideceği yönü seçmesinde etik değerlerin hiç bir payının olmadığı buna karşın maddi ihtiyaçlarının yönlendirdiği görüşü günümüzde ağırlık kazanmaktadır ve dünyada hemen hemen tüm değerlerin yok olmaya yüz tuttuğunu görmekteyiz. En basit konuları bile değerlendirme konusundaki kabiliyetimizi kaybediyoruz, özellikle bu konular neyin doğru ve neyin yanlış olduğu gibi basit bir konu ile alakalı olduğunda. İnsanın sonsuz dilekleri vizyonu ve bu konudaki imkanları üzücü hayat gerçekleri karşısında ve dünya düzenindeki kırılmaları gördüğümüzde çökmektedir.

İnsana özgürlük vadeden görüş insan soyunun dörtte üçünün totaliter rejimler altında yaşadığı gerçeği ışığında anlamsız kalmaktadır. Eşitlik ve sosyal adalet ile ilgili görüşler sosyalizm ve özellikle komunizm tarafından gülünç hale getirilmişlerdir. Bu iki fikrin doğruluğu ile ilgili herhangi bir kuşku yoktur ancak bunların hayata düzgün şekilde geçirilemediği ortadadır ve insanlığın büyük bir çoğunluğu eşitlik ve adalet için özgürlüklerini ve fırsatlarını kaybetmişlerdir. 30 yıldır göreceli olarak (hala) barış içinde yaşadığımız bu nükleer dünyada, barış ve bir arada varolma kavramları, SSCB gibi bir süper gücün sahip olduğu askeri ve politik doktrin karşısında manasız kalmaktadır: Marxizmin amaçlarının elde edilmesi için nükleer bir savaşın olası ve gerekli olduğu, bu savaştan sonra varolmanın mümkün olduğu, ve bu savaşta bir kazanan taraf olacağı.

Topluma dair önemli kavramlar, özellikle Batı’ya ait kavramlar, politik, askeri ve ekonomik gelişmeler sebebi ile değişmektedir. Dolayısıyla,  SSCB’nin nükleer ve konvansiyonel gücü, daha evvelki çağlarda gerçekleşen dünya savaşlarının kıyasla bir çocuk oyunu kalacağı çok boyutlu bir  küresel savaşta dünyamızın büyük bir bölümünü yerle bir edecek destanın gerçekleşeceği çağı şekillendirmektedir.
Nükleer ve konvansiyonel silahların gücü, miktarı, hassasiyetleri ve kaliteleri birkaç yıl içinde dünyamızın çoğunu alt üst edebilecek güçtedir ve buna karşı durabilmek için İsrail olarak kendimizi konumlandırmamız gerekmektedir. Bu Batı dünyasının ve bizim varoluşumuza karşı ana tehdittir.

Dünya kaynakları, petrolde Arap tekeli ve Batı dünyasının ihtiyaç duyduğu hammaddelerin çoğunu üçüncü dünya ülkelerinden ithal etmesi ihtiyacı için olacak savaşlar dünyamızı şekillendirmektedir. O tarihte SSCB’nin önemli hedeflerinden birinin Basra Körfezindeki devasa kaynakların ve dünya madenlerinin çoğunun bulunduğu Güney Afrika’nın  kontrolünü ele geçirmek suretiyle Batı dünyasını alt etmek olduğu düşünüldüğünde, gelecekte karşımıza çıkacak küresel yüzleşmeleri tahmin etmek zor değildir.

Gorshkov doktrini okyanusların ve üçüncü dünyanın cevherce zengin alanlarının kontrolünü önermektedir. Bu doktrinle birlikte, Batı’nın askeri gücünün yok edileceği ve sakinlerinin Marxism-Leninizm’in hizmetinde köle yapılacakları  nükleer bir savaşı yönetmenin, kazanmanın ve sonrasında varolmanın mümkün olduğunu savunan güncel Sovyet nükleer doktrini, dünya barışı ve kendi varoluşumuzun önündeki en büyük tehdittir. 1967’den beri, Sovyetler Clausewitz’in atasözünü “ Savaş, siyasetin nükleer araçlarla sürdürülmesidir” olarak değiştirmişler ve bu sözü tüm politikalarının yönlendirilmesinde şiar edinmişlerdir. Günümüzde şu anda bile bölgemizde ve dünyada bu hedeflerini uygulamaktadırlar ve ülkemizin ve dünyanın geri kalanının güvenlik politikalarında, bunlara karşı koymak önemli bir kısım haline gelmektedir. Bu bizim en önemli dış sorunumuzdur.

Bu sebeple Arap Müslüman dünyası, her gün büyüyen askeri gücü ile  İsrail için ana tehdit unsuru olmasına rağmen, 1980’lerde karşı karşıya kalacağımız en büyük stratejik problem olmayacaktır.

Lübnan’da, Arap olmayan İran’da ve bugünlerde Suriye’de dahi inanılmaz derecede kendi kendilerine  zarar veren etnik azınlıkları, fraksiyonları ve iç krizleri ile bu dünya, temel problemleri ile başarılı bir şekilde başa çıkmakta başarısızdır ve dolayısı ile uzun vadede İsrail devletine bir tehdit oluşturmamaktadır, sadece kısa vadede büyük askeri gücü çok önemlidir.

Uzun vadede, bu dünya mevcut çerçevede etrafımızdaki bölgelerde gerçek büyük değişimler uygulanmaz ise var olamayacaktır. Müslüman Arap dünyası yabancılar tarafından sakinlerinin istek ve talepleri göz önüne alınmadan yapılmış geçici bir kağıttan kule gibidir. 1920’lerde Fransa ve İngiltere tarafından gelişigüzel bir şekilde hepsi azınlıkların ve birbirine düşman olan etnik grupların kombinasyonundan oluşan 19 bölgeye bölünmüştür bu sayede günümüzde tüm Arap Müslüman devletler etnik sosyal çöküş içerisindedir ve bir kısmında şimdiden iç savaş başlamıştır. 5. Arapların çoğunluğu, 170 milyondan 118 milyonu, çoğunlukla Afrika’da ve özellikle Mısır’da yaşamaktadır. (bugün itibariyle 45 milyon).

Mısır dışında, tüm Mağrip devletler Araplar ve Arap olmayan Berberilerin karışımından oluşmaktadır. Cezayir’de Kabile dağlarında şu anda bile ülkedeki iki ulus arasında iç savaş devam etmektedir. Fas ve Cezayir kendi içlerinde yaşadıkları kargaşanın dışında, İspanyol Sahrası için birbirleri ile savaş halindedir.   Militan İslam Tunus’un bütünlüğünü tehdit etmektedir ve Kaddafi, seyrek nüfusa sahip ve güçlü bir ulusu olamayacak bir ülkeden Arap bakış açısına göre yıkıcı olan savaşlar organize etmektedir. Bu sebeple daha hakiki olan Mısır ve Suriye gibi ülkelerle geçmişte birleşmeye çalışmıştır.

Bugün Arap Müslüman dünyasındaki en parçalanmış ülke olan Sudan birbirlerine düşman olan 4 gruptan oluşmaktadır; Arap olmayan Afrikalı, putperestler ve Hıristiyanlardan oluşan çoğunluğu yöneten Arap Müslüman Sunni azınlık. Mısır’da Sunni Müslüman çoğunluk yukarı Mısır’da baskın olan sayıları 7 milyona yakın olan büyük bir Hıristiyan azınlıkla karşı karşıyadır. Sedat, 8 Mayıs tarihinde yaptığı konuşmada, bunların Mısır’da “ikinci” bir Hıristiyan Lübnan’a benzer bir  devlet  kuracaklarından endişe ettiğini söylemiştir.

İsrail’in doğusundaki tüm Arap devletleri Mağrip’teki devletlerden bile daha fazla iç çatışmalar yüzünden parçalanmaktadır.

Hakkı Kahveci

 

Parlamentohaber.com | Korku yok!

Hakkında Hüseyin Hakkı Kahveci

Hüseyin Hakkı Kahveci Gazeteci, Yazar, Stratejist, Siyaset ve Terör Uzmanı olarak Free Lance yani bağımsız gazetecilik alanında faaliyet göstermektedir. 19 Kasım 1972 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. İlk – Orta ve Lise eğitimini Ankara'da tamamlamış olup 1991 yılında Devlet Bursu ile yurt dışında burslu Tıp eğitimi almıştır. Sonrasında CSU – USA'de İşletme üzerine Üniversite eğitimi sonrasında MD; Master düzeyinde Uluslararası İlişkiler ve Management eğitimi almıştır.

OKUDUNUZ MU?

Hüseyin Hakkı Kahveci Parlamento Haber Köşe Yazıları

Atatürk’ün Bestelettiği İlk Türk Operası Özsoy’daki Önemli Mesajlar

Ulu Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat yazdığı satırları içeren Özsoy operasını bilir misiniz? Özsoy …